28.9.11

Fazla Naz Yapmak Erkeği Kaçırır

0




Uzmanlar, en ufak bir sorun karşısında hemen bavulunu toplayıp annesinin evine giden, ailesinin sözünden çıkmayan, kocasına naz yapan kadınların aldatılmaya mahkum olduğuna dikkat çekiyor.

Sorunsuz evlilik olmaz. Tartışmalar, kavgalar, evliliğin tuzu biberidir. Önemli olan, sorunların birlikte aşılması, problemlerin ailelere yansımamasıdır. Ancak, bunu başarabilen çiftlerin sayısı oldukça azdır.

Geleneksel Türk ailesinde, kayınvalidenin evliliğe müdahale etmesi kadar, kadının kocasıyla yaşadığı problemleri, başta annesi olmak üzere ailesine anlatması da önemli bir sorundur.

Annecilik tehlikeli

Oysa uzmanlar, bu davranışın evlilik için son derece tehlikeli olduğunu ve annesinin sözünden çıkmayan, en ufak bir problem karşısında çantasını toplayıp baba evine dönen ve fazla naz yapan kadınların daha çok aldatıldığını söylüyor.
Prof. Dr. Sedat Özkan, aşırı narin ve kırılgan olan, annesine bağımlı kadınların evliliklerinde büyük sorunlar yaşadığını, hatta pek çoğunun ihanete uğradığını ifade ediyor ve kadınlara şu önerilerde bulunuyor:
- Annenize bağımlı olmayın. Sizin artık farklı bir hayatınız var.
- Erkekler, fazla nazlı kadınlardan çabuk bıkar. Güçlü bir kişiliğiniz olmalı ki evliliğiniz uzun sürsün.
- Eşinizle yaşadığınız her tartışmayı, hemen annenize anlatmayın.
- Problemleri çözmekten kaçıp, annenizin evine dönmeyin.
- Ailenizin, evliliğinize müdahale etmesine izin vermeyin.

Zenginler de aldatılıyor

Araştırmalar, sadece ekonomik özgürlüğü olmayan kadınların değil, meslek sahibi, iyi para kazanan ya da zengin aile kızlarının da ihanete uğradığını gösteriyor.
Özellikle de ailesinin ekonomik gücünü kocasına karşı kullanan kadınlar, eşlerini elinde tutamıyor. Prof. Dr. Sedat Özkan, bu konuda da kadınlara şu tavsiyelerde bulunuyor:
- Kocanızı, ailenizin ekonomik gücü altında ezmeyin.
- Babanıza güvenerek evliliğinizi sürdürmeyin. Bu durum erkeği yıpratır. Kendisine olan güveni zedelenir. Babanızın parasını ilişkinize yansıtmayın.
Read more
Relate

Sevgilinize Aşk Böyle Zehir Edilir

0




O güzel duyguyu zehir etmek için eczane kapılarını aşındırmaya, aşk kitaplarına gömülüp kalmaya hiç gerek yok. Çünkü onu olumlu ya da olumsuz yönde etkileyecek tek güçlü madde sizsiniz…

- Mutlu olduğunuzu hissettiğiniz her güzel anda, keyfini çıkarmak yerine o an sizi üzen mutsuz eden olayları düşünün ve bunu sevgilinize de anlatıp, onun canını sıkın.
- Gayet güzel ve hoş bir ilişki yaşarken, bunun gün gelip biteceği korkusuna kapılın, acı çekin, ağlayın…
- Ona aslında aşkın olmadığını söyleyin. Ve aşkın gerçekte olmadığını anlatan kitaplar hediye edin.
- Onunla olduğunuz her anı sorunlu, stresli ve sıkıcı geçmesi için elinizden geleni ardınıza koymayın.
- Size söyleyeceği her güzel sözü, iltifatı, ‘Aaaa sahi mi, yok canım sana öyle geliyor’ gibi sözlerle geri çevirin.
- El ele tutuştuğunuzda, size her sarıldığında ya da öptüğünde onu geri itin ve ‘Kim bilir daha önce kimlerle böyle şeyler yaşadı’ diye düşünün.
- Size ‘Seni seviyorum’ dediği zaman ‘Yalan söylüyorsun… Şimdi böyle düşünüyorsun ama aynı şeyleri ileride de söyleyecek misin bakalım?’ diyerek onu söylediklerine bin pişman edin.
- Ona sakın kendisiyle ilgili hiç bir olumlu sözden bahsetmeyin. Onu hep eleştirin, hor görün, küçümseyin ve yapmış olduğu hiç bir şeyi beğenmeyin.
- Onunlayken ‘Nasıl olsa bana aşık, benim görüntüme değil’ diye düşünün ve kendinize bakmayın, bakımsız olun.
- Ona aşık olduğunuzu sakın itiraf etmeyin… ‘Âşık gibiyim de, olmayabilirim de’ gibi yuvarlak cümleler kurun.
- ‘Aşkta özel hayat olmaz’ diye düşünün… Onun özel hayatına girmeye çalışın. Nefes aldırmayın, arkadaşlarıyla buluşmasını, hobilerine zaman ayırmasını, ailesiyle görüşmesini engelleyin.
- Buluşacağınız zamanlarda mekan olarak en gürültülü, en berbat servis yapılan yerleri seçin.
- Onunla geçirdiğiniz en güzel anları, eski sevgilinizle yaptıklarınızı anlatarak berbat edin. Onun da eski sevgililerini kötülemeye dikkat edin.
- Sürekli kıskançlık yapın. Ona sürekli nereye gittiğini, kiminle gittiğini, telefonda arayanın kim olduğunu sorun.
- Gece yarısı evine bir baskın düzenleyin ve evin bütün odalarını, yatak altlarını, dolapları arayın. Bu davranışınızın sebebini soran sevgilinize ‘Seni rüyamda başka bir kadınla gördüm’ şeklinde bir sebep uydurun.
- Başkalarına karşı daha fazla ilgi gösterin. Bu şekilde yolda yürürken bile gözlerinin sadece sizin üzerinde olmasını sağlayın.
- Sürekli ona karşı kaprisler yapın. Kendisini asla memnun edemediğinizden falan bahsedin.
- Size getirdiği güllere burun kıvırın. Kırmızı gül getirdiyse, ‘Ben sarı severim’ deyin.
- Gereksiz yere bol bol konuşun ve onun anlattıklarını hiç dinlemeyin.
- Onu devamlı iş yerinden arayın. Toplantıda olsa bile odaya apar-topar dalın.
- Onu çok özleseniz bile tersini söyleyin.

NOT: Bütün bunların tersini yaparak da mutluluğun doruklarına ulaşabilir, aşktan alabileceğiniz hazzı maksimuma çıkarabilirsiniz.
Read more

Kıskanılmak Güzeldir

0




Hayatınızdaki erkeğin sizi aşırı derecede kıskanmasını, sakın sorun etmeyin. Çünkü, dozu iyi ayarlanan kıskançlık, sıradanlaşan ilişkilerin en büyük ilacı…

Sevgilinizin ya da eşinizin aşırı kıskançlığından şikâyet ediyorsunuz. Keşke size hiç karışmasa, giydiklerinize müdahale etmese, kendinizi ne kadar rahat hissederdiniz öyle değil mi? Hayır, hiç de öyle değil.
Sevdiğiniz insanın kıskançlığından bunaldığınız zaman, gözünüzün önüne bir erkek tipi getirin. Bu öyle bir erkek ki sizi hiçbir şekilde kıskanmıyor.

Onun önünde başka erkeklerle diyaloglar kursanız da sizinle hiç ilgilenmiyor. Kıyafetleriniz hakkında yorum yapmıyor. Her ilişkinizi doğal karşılıyor, hiçbir zaman hesap sormuyor. Böyle bir erkekle birlikte olsaydınız mutsuz olur, üstelik kendinizi onun bir parçası gibi de hissedemezdiniz.

Serbest ilişki adı altında birlikte olan insanlar için bu ilişkinin bir süre sonra son derece saçma sapan ve yıpratıcı hale gelmesinin nedeni de bu zaten.

Herkesin doğasında var

Sahiplenme ve kıskançlık, herkesin doğasında var. Önemli olan, dozu iyi ayarlayabilmek.
Kıskançlığı rahatsız edici bir unsur haline getirmek, yapılabilecek en büyük hata. Aksi takdirde, ilişki iki taraf için de bir kabusa dönüşebilir.
Oysa birbirini hoş bir şekilde kıskanan çiftlerde, ilişkiye renk geliyor. Yani aslında önemli olan kıskançlığın dozunu iyi ayarlayabilmek.
Read more

Aşkınızın Şekli Hangisi ?

0




Aşk hayatınızın gidişini şekillere bakarak öğrenmek istemez misiniz? Daire şeklindeki ilişkiler her yönüyle birbirlerine kenetlenmişlerdir. Kareler dengeli bir aşk yaşarlar. Üçgenler ise, sürekli ‘üçüncü’ bir kişinin baskısı altında kalırlar…
İlişkiniz hangi geometrik şekle benziyor? İlişkiniz bir oyun hamuru olsa ve onu şekillendirseniz, nasıl bir şekil verirdiniz? Bir kare mi, yoksa bir daire mi? Uzmanlar, bu sorunun yanıtını veriyor. İşte ilişki türlerine göre dört dörtlük bir mutluluğun sırrı…

1. İlişki şekli daire

Siz her şeyi birlikte yaparsınız. Aynı giyim tarzını tercih etmekten, aynı hedefleri paylaşmaya kadar partnerinizle her konuda anlaşıyorsunuz. Partneriniz daha cümlesini bitirmeden onun ne demek istediğini biliyorsunuz. Sizin tutumunuz “Biz ikimiz dünyaya karşı biriz” olarak özetlenebilir.
- Olumlu yanları: Aşk ve yakınlık.
- Olumsuz yanları: Aileden ve arkadaşlardan uzaklaşma riski.
- Düzeltilmesi gereken noktalar: Kimliğinizi kaybetmemeye çalışın. Hobilerinizden veya en azından bir tanesinden kesinlikle vazgeçmeyin. Arkadaşlarınızla takılın. Yeni çevre edinin. Bütün arkadaşlarınız mümkünse ortak olmasın.

2. İlişki şekli kare

Siz ve erkeğiniz, bir karenin kenarları gibisiniz. Her biriniz, kendi hayatına ve kariyerine sahip, ancak birlikte yenilmez bir takım oluşturuyorsunuz. İlişkiniz son derece dayanıklı.
- Olumlu yanları: Kare, bir özgürlük ve bağlılık karışımıdır. Her iki partner eşittir ve bibirinden emindir. Herkes kendini ifade etme özgürlüğüne sahip olduğu gibi, karşısındaki kişiye de özgürlük hakkı tanıyacak kadar özgüven sahibidir. Takım ruhu bir an olsun ilişkinizden eksik olmadığı için, takımınızı tehlikeye atacak hareketlerden sakınmayı iyi bilirsiniz.
- Olumsuz yanları: Olumsuz yanınız hiç yok. Söylenebilecek tek şey var: İkiniz de güçlü kişiliklere sahip olduğunuzdan, ilişkiniz kareden, paralel çizgilere dönüşme riskini taşıyor.
- Düzeltilmesi gereken noktalar: İletişimi canlı tutun. Birlikte vakit geçirmeye bakın. İkiniz de özgür karakterlere sahip olsanız da, birbirinizin hayallerini bildiğinizden emin olmaya çalışın.

3. İlişki şekli üçgen

Siz ve partneriniz, üçgenin iki kenarını oluştururken, üçüncü kenarını ise sürekli ilişkinizin içinde olan bir kişi (arkadaş veya kayınvalide) oluşturabilir.
- Olumlu yanları: Yalnızlığı seven bir kişiyseniz, bu tür ilişki tam size göre.
- Olumsuz yanları: Partnerler mevcut duruma o kadar iyi ayak uydurmaya başlar ki, normal bir ilişkinin tadını unuturlar. Durumu düzeltmenin tek yolu, üçüncü kenarı dışlamaktır.
- Düzeltilmesi gereken noktalar: İlişkinizdeki üçüncü kişiyi veya durumu hayatınızdan çıkarmak için profesyonel yardım isteyin. Eğer partnerlerden biri üçlü ilişkiden vazgeçemezse, diğer partner için ayrılıktan başka yol kalmaz.

4. İlişki şekli köşegen

İlişkinizde ya siz, ya da partneriniz lider konumda. Örnegin, sevgiliniz karar alırken, siz itiraz etmeden onları uygularsınız.
- Olumlu yanları: Bazı insanlar partnerlerine teslim olmayı severler. Eğer ikinizden biri liderliği, diğeri ise yönetilmeyi severse, ilişkiniz sorunsuz devam edebilir.
- Olumsuz yanları: Bu tip ilişkilerde, güçlü olan ilerler, diğeri ise bir yerde saplanıp kalır. Geride kalan kişi kendini kısıtlanmış hissetmekle birlikte, zamanla diğer partnere karşı istemeden de olsa olumsuz duygular, kin bile beslemeye başlar.
- Düzeltilmesi gereken noktalar: İlk önce aranızdaki eşitsizliği kabul etmelisiniz. Böylece ilişkinizin dengesi yeniden kurulmaya başlar. İhtiyaç hissediyorsanız, bir ilişki terapistine gidebilirsiniz. Onun yardımıyla maddi ve manevi sorumluluklarınızı eşit olarak paylaşmayı başarabilirsiniz.

5. İlişki şekli paralel

Her biriniz, hayatını ayrı ayrı yaşıyorsunuz. Hiçbiriniz ilişkinize zaman ayırmıyorsunuz. Aranızda iletişim yok. İki komşudan daha fazlası değilsiniz.
- Olumlu yanları: Ev masraflarını paylaşırsınız ve sadece yalnızken konuşacak bir arkadaşınız vardır.
- Olumsuz yanları: Bu tür aşklarda, sevginin dozu yüksek olmaz ve ilişki alışkanlık uğruna sürdürülmeye çalışılır.
- Düzeltilmesi gereken noktalar: Beraber vakit geçirmeye çalışın. Elektrik faturasını ödeyip ödemediğinizi sormak yerine, gününün nasıl geçtiğini, kendini nasıl hissettiğini sorun. Bunu bir türlü başaramıyorsanız, noktayı koyun ve baştan alın. İlişkinizin yürümediği, apaçık ortada.
Read more

Sorunları Anlatmak Stres Yapıyor

0




Kişisel sorunlarını arkadaşlarıyla paylaşmayı rahatlamanın bir yolu olarak görenleri şaşırtacak bir araştırmaya göre, sürekli kişisel sorunlardan bahsetmek, stres ve depresyona yol açabiliyor.

İtalyan La Stampa gazetesinde yayımlanan bir araştırmada, kadınların akranlarıyla birlikte yaşama alışkanlığının, stres hormonu olarak da bilinen kortizolün gerektiği zamanda doğru şekilde çalışmasında bazı güçlüklere yol açtığı belirtildi.
Oklahoma Üniversitesi’nden psikolog Jennifer Byrd-Craven, kortizolün çalışmasındaki zorlukların, kadınların, arkadaşlarıyla birlikte oldukları zamanlarda aşırı derecede kişisel sorunlarını tartışma eğilimine girerek fazlasıyla kendilerine konsantre olmalarından kaynaklanıyor olabileceğine dikkati çekti.

Byrd-Craven, Olumsuz duygulara yoğunlaşmanın gerek fiziksel, gerekse psikolojik açıdan insana zarar vereceğini kaydetti.
Uzmanlar, iyi bir sohbetin sağlıklı olabileceğini ancak kişisel sorunların tartışılmasının sürekli tekrarlanması durumunda zarar verici bir hal alabileceği uyarısında bulunuyor.

İkişer gruplara ayrılan 88 kadının katıldığı araştırmada, katılımcıların bir bölümünden çözüme yoğunlaşarak oturup kendi sorunları hakkında konuşmaları, diğer gruptan ise bir dinlenme merkezi tasarlamak için birlikte çalışmaları istendi.

Bir çözüme ulaşmaksızın sürekli problemleri üzerinde tartışan çiftlerde kortizol seviyesinin yükseldiğini gözlemleyen bilim adamları, araştırmanın kısa süreli etkileri ortaya koyduğuna ve başka araştırmalara da ihtiyaç olduğuna işaret etti.

Derdini paylaşma ihtiyacında olanların arkadaşlarına koşabileceğini belirten uzmanlar, bununla birlikte konuşmalarda sorun üzerinde değil çözüm üzerinde yoğunlaşılması tavsiyesinde bulundu.
Read more

Sevgili Dırdırı Hasta Ediyor

0




Uzmanlar tarafından yapılan araştırmalar, sevgili dırdırının erkeklerde hastalık riskini normalden 4 kat daha arttırdığı gerçeğini ortaya çıkardı. İşte ilginç araştırmanın sonuçları…

Danimarka’da yapılan bir araştırma sevgili dırdırının göğüs anjini olma riskini 4 kat artırdığını ortaya koydu.
2000-2006 yıllarında kalp hastalığı geçirmemiş 4 bin 500 kişinin verilerinin incelendiği araştırmanın sonuçları “Epidemiyoloji ve Toplum Sağlığı” adlı bilim dergisinde yayımlandı.

Araştırmayı yapan Kopenhag Üniversitesi uzmanları, kalbe yeterli kan gitmediğinde meydana gelen ve koroner kalp hastalığının belirtilerinden olan göğüs anjininin kişinin çevresindekilerin aşırı istekleri ve sorunları nedeniyle tetiklendiğini belirledi.

Deneklere başta partnerleriyle ilgili olmak üzere etrafındakilerle ilişkileri, onlardan gelen isteklerin ne düzeyde olduğu, ne kadar sıklıkta kavga ettikleri gibi sorular yöneltildi.

Deneklerin yanıtları, sevgiliden gelen isteklerin, yapılan baskı ve dırdırın, yaşanan sorunların göğüs anjini olma riskini 4 kat artırdığını gözler önüne serdi.

Çocuklar ve diğer aile fertleriyle ilgili sıkıntıları riski 2 kat artırırken, kavgacı komşuları olanlarda hastalığa yakalanma riski yüzde 60 artıyor.
Read more

Pozitif Düşünce Mutluluk Getirir

0




Hayatta sürekli kaybettiğini ve şanssız olduğunu düşünmenin insanın hayatını mahvedebileceğini belirten uzmanlar, pozitif düşünmenin gücüne dikkat çektiler.

Düşüncelerin insanların görüntü ve yaşamlarına etkilerini araştıran ABD’li psikiyatr Dr. Daniel An, “Change Your Brain, Change Your Body” (Beyninizi Değiştirin, Bedeninizi Değiştirin) adlı kitabında “otomatik olumsuz düşünce ” kavramını “kafanızda size iyi bir evlat, iyi bir anne, iyi bir çalışan olmadığınız gibi olumsuz şeyleri söyleyen sesler” olarak niteliyor.

Dokuz olumlu yol

Dr. An, hayatın akışını da olumlu hale dönüştürmenin dokuz yolunu sıralıyor:
- “Ya hep ya hiç”çi olmayın. Tek bir olumsuzlukla kendinizi bırakmayın.
- Asla “asla” demeyin. Bu tür genellemelere set çekin.
- Her şeyde pozitif bir yan bulmaya çalışıp ruh halinizin iyi olmasına yardımcı olun.
- Duygular yerine mantıkla karar verin. Duygularınızla kanıya vardığınızda onu sorgulamazsınız.
- “Zorundayım”, “Yapmam gerekli” gibi kavramlar suçluluk duygusuna iter. Bu duygudan kurtulun. Yapabildiğiniz kadarını yapın, kendi sağlığınız veya huzurunuz pahasına bir şey yapmayın.
- Kendinize bazı benzetmeleri yapıştırmayın. “Ben hep kaybederim” tavrı, hareketlerinizin kontrolünü kaybetmenize neden olur ve olumsuz şeye gerçekten inanırsınız.
- Falcılıktan vazgeçin. Sonucu bilmemenize rağmen en kötüsünün olacağını tahmin etmekten vazgeçin.
- İnsanların ne düşündüğünü bilemezsiniz. Bu nedenle biri size baktığında sizi yargıladığını düşünmekten vazgeçin.
- Yaptıklarınızdan kendiniz sorumlusunuz, başkalarını suçlamayı bırakın.
Read more

İnsanların En Büyük Fobileri

0




Hemen hemen herkesin korkuları vardır. Ama bu korkulardan bazıları var ki, insanların çoğunluğu bu korkulardan kaçacak yer arıyor… İşte insanların en büyük fobileri…

Diş hekimi korkusu

Periyodik diş hekimi randevusu yaklaştığı için sevinen insan pek yoktur herhalde, değil ki herhangi bir sorunun çözümü için randevu gününü bekleyenler. Diş hekimi fobisi yüzünden dişçiye gitmeyi reddeden bu tür insanlar ancak ciddi ağrıların baskısı ile doktora görünüyor. Çeşitli sebepler bir insanı diş hekimi koltuğundan uzak tutabilir, geçmişteki kötü bir tecrübe gibi, iğneden korkmak ya da aciz hissetmek gibi (kendinizi dişçi koltuğunda ağzınızda minyatür dişçi matkabı ile düşünün).

Köpek korkusu

En ufak kaniş cinsinden iri Alman çoban köpeğine, insanın en iyi dostu olduğu söylenen köpekler Kynophobia adı verilen köpek fobisi olan insanları korkutmaya devam ediyor. Tipik olarak, insanlar köpek korkusunu daha önce ısırılmaları veya ısırılan birini yakından görmeleri sonucu doğduğunu iddia etme eğilimindeler.

Uçak korkusu

Sadece Amerika’da 25 milyona yakın insan uçmaktan korkuyor ve bu korku hafif kaygıdan fobi sahibi bir insanı uçmaktan yoksun herhangi bir kıyıda bırakabilecek kadar farklı seviyelerde görülebiliyor. Uçmaktan korkan bu insanlar genellikle 2 gruba ayrılıyor: Uçak kazalarından korkanlar ve klostrofobileri yüzünden uçağın dar kabininde panik atağa kapılanlar. Ve elbette diğer fobilerde olduğu gibi sebepler bu tür korkuları yatıştırmak için çok küçük rol oynar. Yani uçma fobisi olan birisine araba ile kaza yapma ve ölme riskinin ne kadar daha fazla olduğundan bahsetmeniz hiçbir şey değiştirmeyecektir.

Gök gürültüsü ve şimşek korkusu

Gök gürültüsü ve şimşek çatırtıları yürek sıkıştıran ve soğuk soğuk terleten bir deneyime dönüşebilir şiddetli hava fobisi olan insanlarda. Öyle ki bu insanlardan bazıları toplanıp havası sakin olarak bilinen bölgelere göç edebilir, Iowa Üniversitesi’nden John Westefeld’e göre. İtiraf edenlerden çok daha fazla insan var bu fobiden muzdarip. Konuştuğu çoğu üniversite öğrencisi bu konuda utandıkları için kimseye bahsetmediklerini belirtmiş.

Karanlık korkusu

Çoğu çocuk için ışıkların kapanması öcü ya da benzeri bir şeyin yatağın altından ya da dolabın içinden birden ortaya çıkması stresi demektir. Doğrusu karanlıktan korkmak en genel çocuk korkularından biridir. “bizi her zaman şaşırtan çocukların sahip olduğu düşünce ve inançlar” diyor Virginia Tech’teki Chil Study Center direktörü ve psikoloji profesörü Thomas Ollendick. “çocuklar hayal edilebilen her şeye inanıyorlar, hırsızların karanlıkta geleceğine ya da kaçırılabileceklerine, ya da birisi gelip oyuncaklarını çalabileceğine.” Söylediğine göre korkuları ‘beklenmedik’ler silsilesi diyor. Çocuklar böyle korkularla büyürken, kaygıları ekstrem safhalara varır ve bir fobiye dönüşürse, niktofobi adı verilen, tedavi edilmelidir aksi halde yetişkinlik döneminde de sürebilir diyor psikolog.

Yükseklik korkusu

Eğer bir çatıda dururken ya da uzun bir binaya bakarken rahatsızlık ve çarpıntı hissediyorsanız, yalnız değilsiniz. Akrofobi adı verilen yükseklik korkusu yüzde 3 ila 5 arası değişen oran ile toplumda en sık karşılaşılan fobilerden bir diğeri. Bilim adamları daha önceleri bunun normal bir uyarıcıya verilen saçma bir tepki olduğunu düşünse de, yeni araştırmalara göre tam tersi. Araştırmaya katılan gruptaki insanlardan kendileri yer seviyesinde iken ve tepesinde iken baktıkları binanın uzunluğunu tahmin etmeleri istenmiş. Akrofobi testinde düşük puan alanlar yani yüksekten korkanlar binanın aşağıdan 3 metreye yukarıdan 12 metre daha uzun olduğunu söylemişlerdir. Yani bina akrofobiklere olduğundan uzun görünmüştür.

Diğer insanlardan korkmak

Kalabalık önünde konuşmayı düşünmek bile yüzünüzün kızarmasına, terlemenize ve kendinizi hasta hissetmenize sebep oluyor mu? Bunlar sosyal fobinin işaretlerinden sadece birkaçı, hemen hemen 15 milyon Amerikalı yetişkini etkileyen. Ve sadece seyirci önünde konuşmakla sınırlı değil, başkalarının önünde yemek ya da içmek ve hatta aile bireyleri dışında herhangi birinin yanında genel kaygı hali. Korku çocukluk ya da gençlik çağında genellikle 13 yaş civarında başlıyor.

Korkutucu alanlardan korkmak

18 yaşın üzerindeki yaklaşık 1,8 milyon Amerikalı agorafobiden şikayetçi, kaçmanın/kurtulmanın zor olacağı bir alan ya da pozisyonda yoğun korku ve kaygı hissetmekten. Genellikle korkulan yer ve aktiviteler arasında; asansörler, spor müsabakaları, köprüler, toplu taşıma araçları, alışveriş merkezleri ve uçaklar geliyor. Bu fobi insanların evden çıkmasına, arabada seyahat etmesine ya da kalabalık bir alanda bulunmasına engel olabiliyor.

Örümcek korkusu

Kadınların örümcekgillerden erkeklere oranla 4 kat fazla korktuğu tespit edilmiştir. Pittsburg’daki Carnegie Mellon Üniversitesi’nden David Rakison, 11 aylık bir kız çocuğunun örümcek ve yılan figürlerini korku dolu yüz ifadeleri ile ilişkilendirmeyi hemen öğrendiğini ama erkek çocukların bunu yapmadığını keşfetti. Evrimsel perspektiften bakıldığında, mantıklı geliyor çünkü kadınlar yiyecek toplarken bu türlerle daha sık karşılaşıyordu diyor Rakison. Ve çığlık faktörü de anne ve bebeği güvende tutmak için geçerli yöntemdi. Maço erkekler, diğer yandan, avlanırken kimi riskleri göze almak zorundaydı, bu yüzden örümcek görünce korkuya kapılmaları çok faydalı olmayacaktı.

Yılan korkusu

Araştırmalara göre en yaygın fobi yılan fobisi. Üstelik çocuk ve yetişkinler üzerinde ayrı ayrı yapılan incelemelere göre kurbağa çiçek gibi zararsız objelere göre yılan imajını çok daha hızlı ayırt edebiliyor. Bir göz kırpışı zamanda yılanı fark etme yeteneği, araştırmacılara göre, atalarımızın vahşi doğada hayatlarını idame ettirmesi için çok faydalı oldu.
Read more

İnekten Anne Sütüne Yakın Süt

0




Çinli bilim adamları,  aşıladıkları 300 kadar inekten  kalitesinde süt üretmeyi başardıklarını açıkladı.
Çin Ziraat Mühendisliği Üniversitesi’nden bilim adamları ineklere insan geni aşılayarak insan sütü kalitesinde süt elde ettiler.
İngiliz The Sunday Telegraph Gazetesi’nin haberine göre, anne sütüne çok benzeyen, bebeklerin bağışıklık sistemini güçlendirirken, onları enfeksiyonlara karşı da koruyor.
İngiliz bilim adamları, bu gelişmenin büyük bir adım olduğunu, ancak genetiği değiştirilmiş gıdalarla ilgili yeniden büyük bir tartışmayı başlatacağını söyledi.
Çin Ziraat Mühendisliği Üniversitesi’nden Profesör Ning Li, sütün normal mandıra ineklerinden sağılan sütler kadar güvenli olduğunu iddia etti.
Read more

İnternet Kimlik Bunalımı Yapıyor

0




Teknolojik ürünlerin amacına uygun biçimde kullanıldığı zaman çok yararlı ve vazgeçilmez araçlar olduğunu ifade eden uzmanlar, aksi halde kullanıldığında ise kişilik sorunlarına, yalnızlığa, depresyona, iletişim ve insan ilişkileri bozukluklarına yol açabileceği uyarısında bulunuyor.

Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Orhan Doğan, sanal ortamlarda kişilerin değişerek bambaşka bir kimliğe bürünebildiklerini belirterek bu durumu toplumsal hastalık olarak niteledi.
Türkiye’de özellikle sosyal paylaşım sitelerinin aşırı kullanıldığını belirten Doğan, şunları söyledi:
“Türkiye’de bu siteler ya anlamsız geyik muhabbetlerine ya da çöp çatan sitelerine dönüşmüş durumda. Gençler maalesef hiç konuşmadan, sesini duymadan, yüzünü görmeden, duygularını bilmeden karşılarındakiyle sürekli yazışıyorlar.
Bu da kişiyi gerçek dünyadan koparabilir. Sanal dünyaya geçen bir kişide de özellikle gördüğümüz yalnızlık, topluma uyum sağlayamama, içine kapanma, gerçek dünyadan kopma, depresyon ve ağır ruhsal bozukluklar görülebilir. İnternet genellikle bilgiye ulaşmak için değil, cinsel içerikli siteler için kullanılıyor.”
Sosyal paylaşım sitelerinin olumsuz örneklerinden birine son olarak üniversite öğrencisi genç bir kızın adına açılan paylaşım sitesi hesapları yüzünden intihara kalkışmasını örnek gösteren Doğan, “Genç kız, arkadaşlarının uyarısı üzerine kendi adına açılan sayfaları görünce intihara kalkışıyor.

Arkadaşlarına mesaj atarak söz konusu sayfalarla kendisinin hiçbir ilgisi olmadığını belirterek canına kıymak istemiş. Bu olay ülkemizdeki paylaşım siteleri kullanımının ne boyutta olduğunun en son örneği” diye konuştu.
Paylaşım sitelerini aşırı ve amaç dışı kullananları genellikle kendine güvenmeyen, gerçek dünyada insan ilişkilerinde başarılı olamayan kişiler olarak tanımlayan Doğan, bu kesimin bir bölümünün de kişilik yönünden sorunlu olduğunu ifade etti.
Sanal ortamda bambaşka bir kişiliğe bürünülebildiğini, sansürsüz yazılabildiğini aktaran Doğan, “Hayali de olsa bir başka kişi olabilmektedirler. Bu durum toplumumuz açısından tam bir teknoloji ve kültür şokudur, bir toplumsal hastalıktır” diye konuştu.
Read more

Erkek Nüfusu Azalıyor

0




Erkek cinsiyetini belirleyen Y kromozomunun gerçek büyüklüğünün üçte ikisini kaybettiğini belirten uzmanlar, bu durumun gelecekte erkek neslinin tükeneceği, kadınların çocuk doğurmak için erkeğe ihtiyacı olmayacağı anlamına gelebileceği öngörüsünde bulunuyor.

Yıllardır çocukların eğlence olsun diye söyledikleri “… Kızlar altın kesesi, erkekler çöp tenekesi” tekerlemesi İngiliz bilim adamı Bryan Skyes’in “Kadınla karşılaştırıldığında birçok eksiği bulunan erkek, genetik bir çöp!” yorumuyla akıllarda soru işareti bıraktı.

Bu açıklama, erkek neslinin yok olacağı anlamına geliyordu. Dahası çocuk doğurmak için kadınlar artık erkeklere ihtiyaç duymayacaklardı. Milliyet’te de yer alan habere göre, bilim dünyasının son gelişmelerine göre kemik iliğinden olgunlaşmamış sperm hücrelerinin elde edilmesi bunun kanıtı. Konuyu biraz daha açıp derinleştirdiğimizde bilim dünyasının ürkütücü ama kaçınılmaz gerçekleri kanıtlarıyla karşımıza çıkıyor. Dünyaca ünlü bilim dergisi Focus’a göre İskoç bilim adamları 2005′de ilk kez sperm kullanmadan ve klonlama yöntemine başvurmadan insan embriyosu yarattı. Yani laboratuvar ortamında üretme mümkün.



Cinsiyet ne olacak?

İster istemez akla bu tip bir doğumda çocuğun cinsiyetinin erkek olması halinde neslin devamının süreceği gelebilir. Ancak durum hiç de bu düz mantık gibi değil. Yani erkeksiz doğum yoluyla doğacak bebeğin erkek olma olasılığı hiç yok.

Y kromozomu ölüyor…

İngiliz akademisyen Prof. Jennifer Craves’e göre de erkekliği belirleyen Y kromozomu ölüm sürecine girmiş durumda. 5 milyon yıl içinde de tamamen yok olacağı belirtiliyor. Erkeklik genlerinin giderek azaldığını söyleyen Craves, 3 milyon yıl önce Y kromozomu üzerinde bin 400 gen bulunduğunu, ancak günümüzde gen sayısının 45′e indiğini açıklıyor.

Sürece nasıl gelindi?

Erkeğin sperm sayısındaki düşüşte neler etkili? 7. Türk Alman Jinekoloji Derneği Kongresi’nde bir konuşma yapan Dernek Başkanı Prof. Dr. Cihat Ünlü’ye göre, çevresel etkenler ve stres, kadın ve erkeklerde kısırlığı tetikliyor. Ayrıca sperm sayısının düşmesinde çevre kirliliği ve stresin yanı sıra tarım ve veteriner hekimliğinde hormonların düzensiz kullanımının da büyük etkisi var.

Bu arada kadınlar da doğurma konusunda giderek daha tutucu oluyorlar. En önemli neden ise kariyere verilen öncelik. Gebeliğin ötelenmesi, doğum kontrol yöntemlerindeki gelişmeler ile geniş ailenin yerini çekirdek aileye bırakması doğurganlığın azalmasındaki en önemli etkenlerden. Küresel ısınmanın kısırlık üzerinde etkisinin ne olacağı ise henüz bilinmiyor.
Erkek bebek sayısının kızlara göre azalması, testis kanserine yakalananların her geçen yıl artması, gündelik hayatımızın bir parçası olan kimyasal maddelerin erkekleri daha fazla etkilemesi de erkek neslinin giderek azalmasını tetikleyen maddeler arasında.

Soyumuz tükeniyor mu?

Bu kadar karamsar senaryo elbette iç karartıyor, ister istemez erkek neslinin tükenmesiyle insanlığın da sonunun gelip gelmediği akıllarda takılı kalıyor. Paniğe gerek yok. Elbette insanlığın sonu değil, sadece dünya kadınlara kalıyor. Araştırmalar böyle… Peki, kadınlar ve erkeklere göre durum ne? Bunu da uzmanlara, kadınlara ve erkeklere sorduk, Sonuçlar mı? Gülümsetiyor…

‘Erkeğin kayboluşunda yarı yol kat edildi’

Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölüm Başkanı, Tüp Bebek ve Doğurganlığı Koruma Ünitesi Şefi Prof. Dr. Tansu Küçük konuyla ilgili olarak şunları söyledi:

“Mikroskobu 17. yy’da icat eden Antony van Leuwenhook’un ilk incelediği şeylerden biri spermdi. Bu nedenle birkaç yüzyıldır erkeklerin sperm sayısı biliniyor. Milimetrede 200 milyon olan ortalama sperm sayısı sürekli olarak azalmış. 20. yy ile birlikte bu azalma hızlanmış. Unutulmaması gereken bir nokta sadece sayının değil spermin hareketli ve normal şekilli olanlarının da giderek bozulmakta olduğu… Eski değerler pek bilinmese de bugün spermlerin sadece yüzde 50′sinin ileri doğru hareketli ve sadece yüzde 4′ünün normal olmasını normal kabul ediyoruz.

Genetik yapımızı belirleyen DNA kromozomlar halindedir. 46 adet kromozomdan en küçüğü yani en az DNA içereni erkek Y kromozomudur. Bu kromozomdaki SRY genleri erkek özelliklerini oluşturuyor. Y kromozomundan bu küçüklüğün nedeninin kopmalar olduğu biliniyor. Başlangıçta Y kromozomunda 1500 gen var iken bugün 40 gen var. Bu kopmalar halen devam ediyor ve belli bölgelerdeki kopmalar bir erkeği tamamen spermsiz hale getirebiliyor. Kopmalar aynı hızla devam ederse 500 jenerasyon sonra yani yaklaşık 125.000 yıl sonra erkek cinsi kaybolacak.

Erkek cinsinin kaybolduğu durumda üremenin tek yolu, dişilerin kendini kopyalaması olacak. Böyle bir özellik şimdilik insanın dişisinde var gibi görünmese de hindi ve bazı kertenkelelerde var. Uzun süre erkekle birlikte olmayan bu hayvanlarda yumurtlama olabilmekte ve başka genetik katkı olmadan anne kendini kopyalamaktadır.”
Read more

Narın Faydaları

0




Kış mevsiminin tercih edilen meyvelerinden narın yararları saymakla bitmiyor. Kaynatılmış nar kabuğunun boğaz ağrısına iyi gelmesi, bunlardan sadece biri. Narın meyve, meyve kabuğu, dal ve kök kabuklarının farklı içerikler ve farklı kullanım alanları bulunuyor.

Yeditepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmakognozi ve Fitoterapi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Erdem Yeşilada, bu nedenle narın hangi kısmının kullanıldığının önemli olduğunu söylüyor.

Prof. Yeşilada, ishalden, damar sertliğine, menopozdan boğaz enfeksiyonlarına kadar bir çok hastalıkta olumlu etkileri bulunan narın farmakolojik özellikleri ve yararları hakkında şu bilgileri veriyor:

“Meyve suyu yüksek antosiyanin türevi içeriğine bağlı olarak kuvvetli antioksidan etkili ve özellikle kalp ve dolaşım sistemi işlevleri üzerinde etkinliği dikkat çekiyor. Meyvelerinin kabukları ise gallotanen tipi polifenolik bileşikler bakımından zengindir.

Yapılan bilimsel çalışmalar, bağırsak enfeksiyonlarına ve boğaz enfeksiyonlarına yol açan mikroorganizmalar üzerinde etkili olduğunu ortaya koyuyor. Bu nedenle, nar meyvesi kabukları bağırsaklarda hem ishale yol açan mikroorganizma üzerinde etkisini gösteriyor, hem de astrenjan (büzücü) etkisine bağlı olarak ishalin tedavisine yardımcı oluyor.

Gargara şeklinde uygulandığında ise boğaz enfeksiyonunun tedavisinde yararlı oluyor. Nar ağacının dal ve kök kabukları ise çok daha farklı kullanıma sahiptir. Tedavide sadece tenya düşürücü olarak kullanılıyor.

Kalp-damar hastalıkları ve kansere etkisi

Meyve ve sebzelerin antioksidan etkili maddeler bakımından zengin olduğu ve tüketilmeleri ile kalp-damar hastalıkları ve kanser gelişimi riski ve bu hastalıklara bağlı ölümlerde önemli azalma sağlanabildiği artık herkes tarafından bilinen bir gerçek.

İşte antioksidan içeriği bakımından dikkati çeken bir meyve de ‘nar’. Manavlarda, marketlerde tezgahlar boy boy, renk renk, nar meyveleri dolu. Taze sıkılmış veya fermente edilmiş nar suyunun antioksidan etkisinin yüksek olduğu bilimsel olarak ortaya konulmuş.

Bu etkisi bakımdan kırmızı şarap ve yeşil çaydan daha kuvvetli etkili olduğu ifade ediliyor. Özellikle son yıllarda fenolik bileşiklerinin etkinliğini ortaya koyan yayınlanmış çok sayıda bilimsel çalışmaya rastlanıyor.

Esasında antioksidan etki hem nar meyvesinin kabukları, hem nar suyu ve hem de çekirdekleri için söz konusu. Nar suyunun etkisinde kırmızı rengini veren bileşenlerinin rolü büyük.

Meyve kabuğunu sakın yemeyin

Ancak meyve kabuklarının antioksidan etkisi meyve suyundan çok daha fazla bulunmuş. Zaten halk arasında da kurutulmuş nar meyvesinin kabukları ishallerde çay gibi demlenip içiliyor. Aman, “madem meyve kabuğu daha etkiliymiş”, diye düşünüp meyve kabuğu yemeye kalkmayın.

Etkisinin daha kuvvetli olması daha güvenli olduğu anlamına gelmez, taşıdığı bazı maddeler (çok düşük oranda alkaloid) nedeniyle fazla miktarda tüketilmemesi gerekir.

Narın damar sertliğine etkisi

Nar suyunun damar sertliği (ateroskleroz) riskini azaltıcı etkisinde en önemli faktörün LDL’nin (kötü huylu kolesterolün) oksitlenerek daha zararlı şekli VLDL’ye dönüşmesini engellemesi ile ilişkili olabileceği düşünülüyor.

Yüksek tansiyonlu hastalarda (62-77 yaşlarında) 15 gün süre ile günde 50 ml (bir çay bardağı) nar suyu verilmesi ile enfarktüs riskini artıran faktörlerden biri olarak kabul edilen serum ACE değerleri üzerinde yüzde 36 düşme sağlarken, yüksek tansiyon üzerinde sadece yüzde 5 bir azalma sağlayabilmiştir.

Bu çalışmada hastaların hiç birinin sigara içmediği vurgulanmış. Çünkü sigaranın zararlı oksijen radikalleri oluşturduğu biliniyor ve bu da deney sonuçları üzerinde doğrudan olumsuz etki yapacaktır.
Read more

Sivilce ve Siyah Noktalar

0




Çok gözenekli ve iyi temizlenmeyen ciltlerde siyah nokta oluştuğunu söyleyen güzellik uzmanları, hem görünüm hem de sağlık açısından siyah noktaların oluşumunun engellenebileceğini belirtiyor.

Gözenekler yağ üretip salgıladıkları için cildi alerjiden ve çevre kirliliğinden koruyor. Eğer gözenekler olmasaydı, yağlar derinin altına iner, yüzde kistler oluşur ve deri altında enfeksiyonlar meydana gelirdi. Ancak çok gözenekli ciltlerde, eğer cilt iyi temizlenmiyorsa siyah nokta oluşuyor.

Uzmanlara göre hem görünüm hem de sağlık açısından siyah noktanın oluşmasını engellemek gerekiyor. Yağlı ciltlerde gözeneklerin daha açık olduğuna dikkati çeken uzmanlar, herhangi bir sağlık problemi yaşayıp tedavi amaçlı ağır ilaçların kullanılmasıyla da cildin yağlanabildiğini kaydetti.

Cildin yağlandığı zaman gözeneklerin açıldığını ifade eden uzmanlar, yapılan araştırmalar sonunda ultraviyole ışınlarının da gözenekleri genişlettiğinin belirlendiğini vurguladılar.

İşte uzmanlara göre sivilceyle başa çıkmanın yolları…

Gözenekleri daraltmak için

Gözeneklerin açılması için ilk etapta gözenekleri kapatmaya çalışmak yerine, yağ ifrazatını durdurmak ya da dengelemek lazım.

Yağlı ciltler daima su miktarı az olan ciltlerdir. Su miktarı az olduğu zaman ölü hücrelerin doku yüzeyine çıkıp asitli tabaka ile koruma faktörü oluşturması zorlaşır. Bu nedenle cildin yüzeyi dış etkenlerden zarar görür. O halde ciltteki su miktarı arttırılmalıdır.

Yağ ifrazatının yavaşlatılması, ciltteki su miktarının artırılmasıyla mümkündür. Bunun için de su bazlı ürünler kullanılması ve doğru ürünün kullanılması şarttır. Cildinize uygun ürünü kullanmak için de bir uzmana danışmanızda fayda var.

35 yaş altı ciltlerde, gözenekler kendiliğinden kapanır. Dengeli bir cildin gözenekleri kendiliğinden kapanır. 35 yaşın altındaki genç ciltlerde gözeneklerin kapanması kolaydır.

Eğer cildin su ve yağ dengesi düzelirse gözenekler ya kendiliğinden, ya bakımla ya da maskeyle kapatılabilir. Ama yaşınız 35′in üzerindeyse deri kalınlaşmış, çizgiler kırık çizgi haline gelmişse, bu gözenekleri kapatmak biraz daha zordur. Gözenekleri kapatmak için mücadele vermek yerine, daha fazla büyümemelerini önlemek daha iyi bir çözümdür.

Gözenekleri temizleyen bantlar işe yarıyor mu?

Siyah noktaları azaltmak için uygulanan yöntemlerden biri de bantlardır. Siyah noktaları kimi zaman tümüyle ortadan kaldıran bu bantların kullanımı çok kolaydır. Bantları yapıştırmadan önce uygulayacağınız alanı ıslatıyorsunuz, suyla birlikte yapışkan bir özelliğe kavuşan bandı yapıştırıp kuruyunca çıkartıyorsunuz. Ancak siyah noktaları alan bu bantlar, gözenekteki yağları boşaltamıyor. Oksitlenen bölümü alabilen bantların, dokunun içindeki kanalı kapatan yağ kütlesini alması mümkün değil.

Siyah noktalardan nasıl kurtulursunuz?

Siyah noktalar oluştuktan hemen sonra bir uzmana başvurup temizletilerek, uygun ürünle tekrar oluşmamasını sağlamak gerekir. Oluşmaması için de cildi, sabah akşam temizlemek gerekir. Ancak bunu sabunla yapmamak uygundur.

Cildi nasıl temizlemeli?

Cildi, türüne göre temizleme sütü ve tonikle temizlemek en doğrusudur. Ardından sürülecek bir nemlendirici kremle bakım tamamlanabilir. Makyaj yapılmasa bile, gündüz çok kirlenen cildi akşam mutlaka temizlemek gerekir.

Siyah noktalarınızı siz temizlemeyin

Yapılan yanlışlardan biri de siyah noktaları bilinçsizce sıkmak. Böylece kılcal damarlarda ve doku altı hücrelerinde tahribat meydana gelebiliyor. En iyisi bir cilt uzmanına gidip siyah noktaları temizletmek.
Read more

Mutluluğu Yakalamak Kolay

0

Bireyselleşme arttıkça insanın kendisiyle yüzleşmesi de artıyor. Bu durum hem sorun hem de gerçek mutluluk anlamına geliyor.

İnsanın kendini keşfetmesi bireyselleşmeyi getiriyor ve var oluşuyla yüzleşen insan diğerlerinden ayrışıyor. Böylelikle insanoğlu içinde bulunduğu toplumu ve kendisini; öğretilerden, dogmalardan ve kalıplardan bağımsız algılamaya başlıyor.

Prof. Dr. Özkan gerçek mutluluğu illüzyon mutluluklardan ayırmanın şart olduğunu söylüyor. Yöresel ve töresel mutluluğun yerini bilgi çağında evrensel mutluluğun aldığını belirten Özkan, “Kendi alanlarının evrenselini yakalayan insanlar ve bu tür meslek gruplarında çalışanlar daha mutlu oluyor” diyor.

Kalıpçı ve dogmatik düşünenlerin mutlu olmaları ise pek mümkün görülmüyor. Özkan, Türklerin dönüşümü gerçekleştirme kabiliyeti olan bir toplum özelliği gösterdiğinin altını çiziyor ve ekliyor:

“Türklerin sentez yapma kabiliyeti yüksek. Türkler hem geldikleri kültürün köklerini taşıyor hem yaşadıkları coğrafyanın kültürünü sentezliyor hem de evrensel kültür değerlerine uyum gösteriyor. Bu durum, uyum sağlama becerilerinden kaynaklanıyor.”

Bilinçaltındaki kalıplar değişmeli

Prof. Dr. Özkan, mutsuz olduklarını söyleyerek kendisine başvuran pek çok kişiyle yaptığı görüşmelerin sonucunda, bu kişilerin o kadar da mutsuz olmadıklarını fark ettiklerini söylüyor. “Mutlu olmadığını düşünen kişilerin ya mutluluk anlayışlarında sorun var ya da bu kişiler tembel” diyen Özkan, kişinin önce mutluluğun ne olduğunu ortaya koyması, sonra da buna ulaşmak için mücadele etmesi gerektiğine dikkat çekiyor.

İnsanların hayata ve kendilerine bakışlarıyla ilgili yanlışları da mutsuzluğu tırmandırıyor. Bunu bir örnekle açıklayan Özkan, “Dayağın cennetten çıkma olduğuna inanan birinin beynine ve bilinçaltına yanlış kalıplar yerleşiyor ve bunun değiştirilmesi gerekiyor” diyor. Mutluluk; çaba, emek, mücadele, öğrenme, iletişim, paylaşım ve adaptasyon sonucunda elde ediliyor.

Mutsuzluklar tembellikle beslenir

“Mutsuzluk genetik midir?” sorusuna, “Bazıları hep mutsuzdur” yanıtını veren Prof. Dr. Sedat Özkan, bunun bir kişilik özelliği olduğunu söylüyor ve mutsuz olan kişilerin genellikle tembellikle beslendiklerine dikkat çekiyor.

“Hayatı sürekli mutsuzluktan yakınarak geçirmek yaşamsal bir mastürbasyondur” diyen Prof. Dr. Özkan, kişinin kendisiyle ve mutsuzluklarıyla yüzleşmesinin atılması gereken en önemli adım olduğunu söylüyor.

Mutlu olmanın öğrenilebileceğine dikkat çeken Özkan, “Kişi kendisini mutsuz eden gerçeklerle ve kendisiyle yüzleşmeli. Değiştirebileceği şeyleri değiştirmeli, değiştiremeyeceklerini ise olduğu gibi kabullenmeyi öğrenmeli” diyor.

Takıntılı kişilik yapısı mutluluğa engel

kişilik yapısı da mutluluğun önünde engel oluşturabiliyor. Prof. Dr. Sedat Özkan, “Bu durumda, bu kişilik özelliği değiştirilmeli ve kişinin kendini doğru ifade etmesine yardımcı olunmalı” diyor. Bu noktada; yetişme şekli ve çocukluk deneyimleri ön plana çıkıyor.

Çocukluk dönemindeki travmaların, kişide farkında olmadan yerleşik kalıplar yaratabildiğini belirten Prof. Dr. Özkan, “Örneğin ucuz çapkınlık yapan ve şiddet uygulayan bir baba modeliyle büyüyen kız çocuğunun kafasında erkeklere ilişkin bir kalıp oluşuyor. Bu sorunun giderilmesi için travmanın etki ve uzantılarının tüm yönleriyle ele alınması öneriliyor” diyor.

Mutsuzluk nedenleri

- Yerleşik davranışlar
- Yanlış eğitim
- Olumsuz yaşam deneyimleri
- Geçmişteki travmalar
- Hayata bakış açısındaki yanlışlıklar
- Bireysel düşünme kapasitesinin azlığı
- Önyargılar
- Kendini ifade edememe
- Öğrenme ve keşfetme merakının azlığı
- Çağa ve yeni durumlara adapte olamama
- Paylaşamama
Read more

Konuşurken Mutlaka Kulaklık Takın

0




Cep telefonuyla kanser ilişkisinin kamuoyunda geniş yer tuttuğunu ve konuya ilişkin doğru ve yanlışın aynı anda söylendiğini söyleyen uzmanlar, Dünya Sağlık Örgütü’nün yayınladığı raporun paranoyaya dönüşmesine gerek olmadığını, cep telefonunu kulaklıkla kullanmanın yeterli bir tedbir olduğunu belirtiyor.

İstanbul Üniversitesi (İÜ) Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Biyofizik Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tunaya Kalkan, Dünya Sağlık Örgütünün (DSÖ) cep telefonlarına ilişkin raporunun, toplumda paranoyaya dönüşmemesi gerektiğini vurgulayarak, cep telefonlarının kulaklıkla kullanılmasının yeterli bir tedbir olacağını ifade etti.

DSÖ’nün raporunda, turşu, kahve gibi ürünlerle cep telefonlarının aynı riskte olduğunun açıkladığını ifade eden Kalkan, “Oysa günde 15 fincan kahve içmenin ya da bir bidon turşu yemenin insan sağlığına ciddi zararları olacaktır, ama bunları yiyip, içip hangi tedbirin alınacağını bilim adamları söyleyemez” değerlendirmesinde bulundu.

Raporun toplumda paranoyaya dönüşmemesi gerektiğine işaret eden Kalkan, şunları kaydetti:

“Bilim adamı olarak, bu teknolojiden vazgeçmemiz mümkün olmadığına göre cep telefonlarının kulaklıkla kullanılmasının yeterli bir tedbir olacağı görüşündeyim. Cep telefonları gibi diğer tüm telekomünikasyon cihazları, hatta elektrikle çalışan tüm aletler belli bir elektromanyetik dalga yayar. Bu noktada, elektromanyetik dalgaların limitlerini belirleyen kuruluşlar, DSÖ’den görüş alıyorlar. Bu limitler insan sağlığı ve çevreye etkisi gözetilerek oluşturuluyor. Hayatımıza giren her yenilik gibi teknolojik cihazlara karşın kullanım alışkanlığı geliştirmek gereklidir.”

Uluslararası sağlık kuruluşlarının değerlendirmeleri

Açıklamada, uluslararası sağlık kuruluşlarının değerlendirmeleri de yer aldı.

İngiltere Kanser Araştırma Cemiyeti Sağlık Danışma Başkanı Ed Young, Kanser Araştırma Ajansının (IARC) çeşitli ürün kullanımlarını kategorize ettiğini, cep telefonlarının dahil edildiği “2b grubu”nda, kahve, turşu ve ahşabın da yer aldığını ifade etti.

İnsanların cep telefonları konusunda endişe etmelerine gerek olmadığını belirten Young’ın, şu görüşlerine yer verildi:

“Bugüne kadar yapılan çalışmaların büyük çoğunluğu cep telefonlarının kanser riskinin arttırmadığını kanıtlıyor. Bu bildiride de değişen bir şey yok, sadece ürünler ya da maddeler kategorize edilerek sınıflara ayrılmış. Cep telefonu kullanımının beyin kanseriyle olan olası ilişkisine bakıldığında cep telefonu kullanımını gün geçtikçe büyük hızla arttığı görülürken, beyin kanseri vakaları oranı aynı seviyelerde geziyor.

IARC bildirisi, ‘cep telefonları kanser yapar’ demek değil ‘riskleri göz ardı edemeyiz’ demektir. Cep telefonlarının risk taşıdığına dair güçlü işaretler yok. Cep telefonu kullanımı insanların kendi inisiyatifine bağlı ve insanlar bu konuda endişe etmemeliler. Trafik kazaları, cep telefonu kullanımına bağlı olarak gösterilebilecek en önemli sağlık sorunu. Araç kullanırken cep telefonu kullanılması cep telefonlarının kanserle ilişkisinden daha önemli.”

Amerikan Kanser Kurumu Sağlık Memuru Şefi Otis W. Brawley de IARC’ın çalışmalarını henüz tamamlamadığını ve bu konuda kesin bir veri olmadığını ifade etti.

Cep telefonlarının da içinde bulunduğu 2b grubunun, “kesin kanser yapar” değil “kanser yapabilir” anlamı taşıdığına işaret eden Brawley, cep telefonuyla kanser ilişkisinin daha fazla incelenmesi gerektiğini vurguladı.

Cep telefonu kullanırken elektromanyetik dalgalara maruz kalma oranını azaltmanın insanların elinde olduğuna dikkati çeken Brawley, “Bunun için insanlar cep telefonuyla görüşme yaparken kulaklık kullanabilir. İçlerinde benzin tüketimi ve hatta kahvenin de yer aldığı 2b Grubu’na pek çok ürünün giriyor. 2b sınıflandırmasının iyi perspektife edilmesi gerekir” değerlendirmesinde bulundu.

Read more

Sigara Beyni Küçültüyor

0




Uzmanlar, orta yaşlarda diyabet, yüksek kan basıncı, obezite ve sigara içmeyle beyin küçülmesinin arasında bağlantı olduğunu ortaya çıkardı.

Orta yaşlarda sigara içmek ve bazı hastalıklar beynin küçülmesine neden olabilir.

Neurology Dergisi’nde yayınlanan ve ABD’de gerçekleştirilen, 1948’den bu yana devam eden tıp tarihinde en uzun süreli ve birkaç nesli birden kapsayan en önemli epidemiyolojik çalışması olan ünlü Framingham Kalp Çalışması’na katılan risk faktörleri olan ortalama 54 yaşındaki bin 352 kişinin, 61-67 yaşları arasında beyin yapıları inceleniyor ve bu kişilere bilişsel test yapılıyor.

Los Angeles Times’ın yansıttığı araştırmada, beyin küçülmesinin orta yaşlarda diyabet, yüksek kan basıncı, obezite ve sigara içmeyle bağlantılı olduğuna dikkat çekilerek, araştırmacıların beyinin “yönetici fonksiyonunun” da düştüğünün bulduğu belirtiliyor.

“Araştırma sonuçları şaşırmadı”

Araştırmada, sonuçların şaşırtmadığı vurgulanarak, “Çünkü sigara içmek, hipertansiyon, obezite ve diyabet kardiovasküler sisteme zarar verme riskini yükseltiyor” ifadelerine yer veriliyor.

Ayrıca, araştırmanın kardiovasküler sistemdeki zararın bunama ve hatta Alzheimer hastalığı riskiyle bağlantısının olduğunu gösterdiğine işaret edilerek, uzmanların tedavi olarak ve yaşam şeklini değiştirerek risk faktörlerinin değiştirilebileceğini söylediği belirtiliyor.
Read more
 
Copyright 2011 SAĞLIK VE HUZUR. Designed by Cute Templates Blogger.
Thanks to: Link 1, Link 2, Link 3.